Diyalektiğe Karşı Dikotomi: Kişisel Gelişim ve Kariyer Masalı
Birbirini dışlayan, karşıt olan, birbiriyle bağdaşmayacak uçlarda bulunan iki şeyi “dikotomik” olarak adlandırabiliriz. Kutuplaşma böyle bir şeydir. Karşıtlık gereği çatışmanın doğması kaçınılmazdır. Bu anlamıyla, dikotomi aynı zamanda diyalektiğin ilk adımlarından biridir. Ancak diyalektik, dikotomiyi eşitlikler veya özdeşlikler kurmak adına bir araç olarak kullanır ve onu kendine özgü işleyişiyle aşar.
Marx’ın yazıları incelendiğinde, dikotomik ayrışmanın özdeşlikler yoluyla diyalektik bir araç olarak kullandığı görülebilir. Marx, Grundrisse’de üretim ve tüketim, Kapital’de meta ve para arasında araçsal anlamda dikotomik karşıtlıkları özdeşliklere dönüştürerek diyalektiğin işleyişini sağlar.
Söz konusu birey ve toplum olduğunda, alışılmış bilgi üretimi, farklı versiyonlarıyla da olsa, birey ve toplum arasında genellikle dikotomi kurar. Bireyi ve toplumu iki uç, iki kutup olarak ele alır. Kuşkusuz, bu kutuplaşma ve karşıtlık kurma bilinçli bir tercihin tezahürü olarak ortaya çıkar.
Birey ile toplum arasında kurulan dikotomik ilişki bireyi toplumdan soyutlar, onu kendi “kabuğuna” hapseder. Böylelikle geriye savunmasız ve ilişkisel bağlarından kopuk “birey” kalır. “Kabuğa hapsetme” girişimi, bireyi hem içsel hem de dışsal faktörler aracılığıyla istenen noktalara yönlendirmenin araçsal bir yolu olarak görülebilir.
Anaakım psikoloji, bireyi terapi ve(ya) danışmanlık odalarında sosyal, tarihsel ve politik bağlarından kopararak yalnızca soyut bir bağlamda ele alırken dikotomik bir karşıtlık kurar: Topluma karşı birey. Böylece kolektif irade ve akıl dışlanır, geriye yalnızca sosyal, tarihsel ve politik bağlarından koparılmış, içsel olarak bölünmüş birey kalır. İçsel bölünme diye tarif etmeye çalıştığım şey bütünüyle psikolojiktir. Oysa psikolojik olan yalnızca bireysel değildir, toplumsal ve tarihsel pek çok faktörle ilişkilidir.
Kişisel gelişim masalı, içsel olarak bölünen ve bağlarından koparılan bireyi sistemin işlemesi için bir araç haline getirmenin somut karşılığı olarak ortaya çıkar. Terapi odalarında ve gündelik hayatın her alanında “kişisel olarak gelişen” bireyin muhtelif “sorunların” üstesinden gelebileceği yalanı pompalanır. Böylece, uzun bir yolculuğun kapıları aralanır. O yolculuğa koyulan birey, artık savunmasızdır. Bireyin direksiyonu, masalı yaratanların ellerindedir.
Kariyer ise o yolun tamamı olarak kodlanır. Bir kez yola çıkıldığında durmak veya mola vermek sizi başka bireylerin gerisine düşme tehlikesiyle karşı karşıya bırakacaktır. Geriye düşmemek için çeşitli yollara başvurabilirsiniz, örneğin “iş arama becerileri” eğitimi almanız yararlı olacaktır. Kendinizi bu alanda geliştirmeniz, size farklı işlerin kapısını aralamak için yeni bir olanak sunacaktır. Bir başka örnek zaman yönetimidir. Diğerleriyle yarışmak için gelişiminizi zaman yönetimi alanında da tamamlamanız gerekir, elbette hapsedildiğiniz şekilde. Yönetmeniz gereken zaman, çoğunlukla mevcut üretim ilişkileri çerçevesinde kâr odaklı planlanan sistemin sizden çaldıklarından oluşur. Çalınan yalnızca zaman değil, o zamanın içindeki pek çok şeydir. Martin Eden’in sonu, çalınan yaşamlarımızın nihai sonucunu çarpıcı bir biçimde görebilmek için önemli bir örnek değil midir?
Yürüdüğümüz yolda bizi bölen şey sermayenin maddi çıkarları olduğu sürece kariyer fuarlarının müşterileri olmaya devam etmeye zorlanacağız. Potansiyelimizin çok altında da olsa ürettiğimiz bilgi ve birikimi bizden koparan bu maddi çıkarların satın alma gücüne karşı durabilecek en güçlü varlığımız birlikteliğimiz olabilir. Ancak saldırı yalnızca bireye değil aynı zamanda özgün bireyselliklerimizin oluşturduğu birlikteliklerimize de yönelir. Bir başka deyişle, bizden çaldıkları ve sonunda tamamen kaybedene değin yitirdiğimiz şey yalnızca tek tek bireysel benliklerimiz ve yaşamlarımız değil; sınırsız potansiyele sahip birlikteliğimizdir. Çünkü, bahsi geçen dikotomik ayrışma gereği içsel olarak bölünen diğer bireyler, artık bir karşıtımız, bir rakibimiz haline getirilir. Karşıtlıkların artışı, çok kutuplu bir düzeni beraberinde getirir: Birbirine karşıt bireylerden oluşan çok kutuplu bir “toplum”.
Kişisel gelişim ve kariyer masalının ardında gizlenen, birey ile toplum arasındaki diyalektik ilişkidir. Bireyi ve toplumu dikotomik bağdan kurtaracak diyalektik bakış, onları ilk elden özdeşleştirir. Birey toplumdur, toplum da bireydir. Bireyin var olabilmesi toplumsal varoluşuyla sıkı bir ilişki içindedir, tıpkı toplumun var olabilmesi için bireyin var olabilmesi gerektiği gibi. Bireyin toplumla olan özdeşlik düzeyini araçsal bir çerçeveye büründürdüğümüzde her ikisinin de birbirinin varlığı bağlamında şekillendiğini söyleyebiliriz. Kültürel evrimsel tarihimiz bu bağlamın ortaya çıkardığı somut örneklerle şekillenir.
Çıkarım, toplumsal olanın bireysel olanla sıkı biçimde ilişkili olduğudur. Bu nedenle, toplumsal özgürleşmenin yolu tek tek bireylerin özgürleşmesinden değil, kolektif özgürleşme arayışlarından geçer. Kolektif bir özgürleşme arayışı, kolektif olana değer katabileceği gibi bireysel olana da değer katabilir. Stres yönetimine ayıracağımız zamanı kolektif geleceğimizi kurmak için ayırabilir, böylece aynı zamanda psikolojik olanı da dönüştürebilir, içsel bölünmeleri birey ve toplum arasında kuracağımız diyalektik bağın onarımından geçirebiliriz.
Zaman yönetimini belirleyen ve o yönetim sürecinin içindeki ilişkileri düzenleyen bizler olduğumuzda, yani geleceğimizi biz belirleyeme başladığımızda ortaya çıkan şey ne olabilir? İş arama becerilerinin yerini başkaca yeni beceriler alabilir, özgünlük hem bireysel hem de toplumsal varlığımızın ürünü olarak ortaya çıkabilir. Bireyin kariyeri toplumun kariyeriyle kesişmeye başladığı ölçüde hem birey hem toplum hem de dünya özgürleşmeye başlayabilir.
Not: Bu yazı Psikolojik Danışman Y. Can Derdiyok tarafından yazılmış ve ilk olarak vesaire'de yayımlanmıştır.